Perşembe, Ekim 08, 2009

SU İLE SAMAN

 

Saptan samandan söz etmeninin zamanı mı? Anadolu kar altında iken,  şimdi sırası mı suya sabuna dokunmak?

Sındırgı kar altında. Varsıllar,  bu soğukta sobalarının başında nohut kavurup, kestane patlatırken, yoksulu, hastayı, yaşlıyı, kimsesizi, aç ve açıkta yaşayanlarımızın yerine kendimizi koymaya ne dersiniz?

 Su ile saman arasındaki ilişkileri sorgulamak gerekir. Yaşadığımız günlerde herkes krizden dem vuruyor. Herkes krızi bahane ederek onlarca çalışanı kapılarının önüne koyduklarını yerel ve gel basından, radyo ve televizyonlardan izliyoruz.

İlçemizde sanayi tesislerinin olmaması işsizlik görüntülerinden uzak gibi… Görüntünün aslı, ilçemizde beldemizde, ilimizde köylerimizdeki kahvehane, oyun ve internet salonlarının gün geçtikçe çoğalması.  Bu mekanlar gerçekten insanlarımızın gereksinimi mekanlar. Açılmasına, buralarda zaman geçirilmesine karşı değilim.

Benim işlemeye çalıştığım, çoğalma hızı, genç insanlarımızın işgücünün boşa harcanması. Bu mekanlarda, insanlarımızın boş hayaller peşinde koşmaları. Bir çay için bir birlerini satmaları.

Toprağa bağlı olmadan yaşayan insanlarımızın büyük kent varoşlarında umutsuzluk ve yoksulluk içinde karamsarlıklar cenderesi altında kendi yaşamlarını karartmaları. Ayrıldıkları köye geri dönmenin baskısı,  babaları, dedeleri gibi toprakla haşır ve neşir olamamaları insanımızın asıl sıkıntılarıdır.

Su içerek karın doymaz ki. Atalarımızın güzel sözü; Sakla sarı samanı gelir onun zamanı, sarı samandan yaptırdım ben bu hanı.”

Samanı sarartan sudur. Saman ıslandı, nem aldı diyerek onu yele sele, bırakmak emeğine ve gençliğine yazık olur. Bu durumda; >Suda samanda yaşam için mutlak gereksinim.

Bu anlamda; “Zaman paradır.” Yenilmeyen, içilmeyen bir değer nasıl para olabilir? Bunu siz düşünün.

Sizin önünüze konulan fırsatlar birer ayrı değerlerdir. Her değeri değerlendirme konusunda başarılı olan krız tüccarları size suyu önerirken kendileri samanı ve malı götürmenin peşinde olduklarını hiçbir zaman unutmamalıyız.

Onlar ki hep yokluktan yoksulluktan dem vurur, her gün zarar ettiklerini söylerler. İşin aslı, sermayemiz bölünmesin zenginliğimiz azalmasın kaygısı içindedirler.

            800’ncü doğum yıldönümünde Hoca Nasrettin’le 2008 yılını uğurlayalım. “Nasreddin Hoca heybesine iki kilo leblebi doldurmuş,

Tarlaya giderken çocukları görünce durmuş.

“Size leblebi vereceğim ama, Tanrı gibi mi dağıtayım, benim gibi mi?”

Çocuklar, “Tanrı gibi” diye bağırmış...

Hoca, birine bir avuç, ötekine iki tek

Dağıtmış heybe bitene dek.

Çocuklar üzülmüş; “Birimize az birimize çok verdin,

Kavga çıkarmak mı derdin...”

Hoca gökyüzüne seslenmiş:

“Ulu Tanrım, görüyorsun ya adaletsizliğe çocuklar bile isyan ediyor!”

 


0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home